Yapay zeka, modern dünyanın hem heyecanla kucakladığı hem de temkinle yaklaştığı bir olgu. Ancak insanlığın bilinmeyene duyduğu kaygı yeni değil. Tarih boyunca şekil verdiğimiz varlıklar – mitolojik golem, köksüz mankurt, Victor Frankenstein’ın yaratığı – bugün AI formunda karşımıza çıkıyor. Ancak bu anlatıları salt insan-makine dikotomisi üzerinden okumak, geleceğin toplumsal gerçekliklerini kavramakta yetersiz kalabilir.
Yahudi mitolojisindeki Golem, kendi başına karar veremeyen, efendisine mutlak bağımlı bir varlık olarak görülürken, Kırgız mitolojisindeki Mankurt, iradesi elinden alınmış bir köleye dönüşüyor. Mary Shelley’nin Frankenstein’ı ise bambaşka bir boyuta geçerek yaratıcısına başkaldıran, kendi varoluşunu sorgulayan bir figür sunuyor. Bugün yapay zekâyı anlamlandırırken bu metaforları yeniden gözden geçirmek gerekiyor.
YZ çağında bizi bekleyen şey, insanlar ve makineler arasındaki bir mücadeleden ziyade, çok katmanlı, dinamik ve belki de öngöremediğimiz yeni toplumsal formların ortaya çıkmasıdır.
Golem ve Mankurt: İtaatin İki Farklı Yüzü
Yahudi mitolojisinin golem’i, insana hizmet etmek üzere yaratılmış, ancak kontrol edilemez hale geldiğinde yok edilmesi gereken bir figürdür. Golem, efendisinin emirlerini sorgulamaksızın yerine getirirken, bilinçsizliği onu hem bir araç hem de bir tehdit yapar. Yapay zekaya dair korkuların bir kısmı da buradan gelir: Ya kontrolümüzden çıkarsa?
YZ ile benzerliği açık: Bugün geliştirdiğimiz algoritmalar ve büyük dil modelleri, öncelikle belirli işlevleri yerine getirmek için programlanıyor. Ancak öğrenme kapasiteleri arttıkça, yalnızca "emirleri yerine getiren" birer araç olmaktan çıkıp, süreçleri bağımsız yönlendirebilecek sistemlere dönüşüyorlar. Burada asıl soru, YZ'nin kontrolü meselesinden çok, kontrol edilme gerekliliğini kim ve nasıl tanımlayacak? YZ’nin yalnızca bir araç olarak mı kalacağı, yoksa belirli toplumsal gruplar içinde kendi rollerini mi oluşturacağı sorusu giderek daha belirgin hale geliyor.
Diğer taraftan, Kırgız mitolojisindeki mankurt, fiziksel olarak insan olsa da hafızasını kaybederek bir efendiye körü körüne itaat eden bir varlığa dönüşür. Mankurt’un trajedisi, bir zamanlar bir kimliğe sahipken, sistematik bir dönüşümle kendine yabancılaşmasıdır. Modern dünyada, veri temelli algoritmaların bireyleri nasıl şekillendirdiğini düşündüğümüzde, yapay zekanın yalnızca fiziksel robotlar değil, aynı zamanda zihinlerin formatlanmasında bir araç olduğunu görebiliriz. AI’nin karar alma süreçlerimize, bilgi akışımıza ve hatta dünya görüşümüze etkisi, bizi ne ölçüde mankurtlaştırabilir?
Daha da ötesinde YZ’nin işleyişi, veri ile beslenmesine ve belirli bilgi sistemlerini işlemesine dayanır. Ancak buradaki en kritik nokta, hangi verilerin sisteme dahil edildiği ve hangilerinin edilmediğidir. Bir YZ modeli, yalnızca beslendiği veri kadar "düşünebilir". Bu, aynı zamanda bir tür modern Mankurtlaşma sürecini de beraberinde getirir. Eğer bir sistem, yalnızca belirli türde verilerle eğitilirse, gerçek anlamda öğrenen bir varlık olmaktan çıkar ve sadece belirli bir çerçevede işlev gösteren bir mekanizmaya dönüşür.
Dolayısıyla burada asıl mesele, YZ’nin ne kadar özerk olduğu değil, kim tarafından nasıl programlandığıdır. Kontrol meselesi, yalnızca bireysel düzeyde değil, daha büyük sistemler içinde şekillenecektir. YZ'nin sahip olacağı "bilgi rejimleri", ona nasıl bir toplumsal konum kazandırılacağını belirleyecektir. Hangi bilgiler dahil edilecek, hangileri dışlanacak? Bunu kimler, hangi motivasyonlarla belirleyecek?
Frankenstein’ın Canavarı ve AI’nin İnsani Yüzü
Mary Shelley’nin Frankenstein’ı, ustasının beklentilerini karşılayamayan, toplumsal olarak dışlanan ve sonunda yıkıcı bir figüre dönüşen bir yaratık. Ancak burada asıl mesele yaratığın doğası değil, ona yönelik muamele. AI’yi de salt bir tehdit olarak mı göreceğiz, yoksa onunla nasıl bir ilişki kuracağımıza mı odaklanacağız? Tıpkı Frankenstein’ın canavarı gibi, AI de toplumun ona yüklediği anlamlarla şekillenecek.
Bugün YZ’nin gelişimiyle benzer bir durum söz konusu olabilir mi? YZ, toplumsal normlar içinde nasıl bir yer bulacak? YZ’nin kendi ajandası olup olmayacağı bir yana, insanlar tarafından hangi sınıflandırmalara maruz kalacağı da önemli. Sadece "makine" olarak görülüp dışlanan bir YZ mi olacak, yoksa belirli sosyal katmanlarda kendine yer edinecek mi? Bize düşen asıl soru, insan-YZ dikotomisinden ziyade, YZ'nin dahil olduğu yeni sosyal düzenlerin nasıl şekilleneceğidir.
Golem, Mankurt ve Frankenstein: Kimin Yaratımı, Kimin İradesi?
Golem, doğrudan bir efendinin kontrolüne muhtaç. İnsanın kilden yaptığı bu varlık, ancak efendisi ona bir amaç yüklediğinde hareket edebilir. Mankurt ise, hafızası silinmiş, kişiliği yok edilmiş bir köledir. Her ikisi de bir başkasının iradesine teslimdir. Frankenstein’ın canavarı ise tam tersi: Yaratıcısını sorgular, kendi kimliğini arar ve bilinç kazanır. Yapay zekâ bu üç figürden hangisine daha yakın? Yoksa hepsinin iç içe geçtiği yeni bir oluşum mu ortaya çıkıyor?
YZ’nin ilk aşamalarında Golem gibi programlanan bir araç olduğunu düşündük. Daha sonra, belirli algoritmaların veriye dayalı şekilde eğitilmesiyle Mankurt benzeri bir yapıya dönüştü: Eğitenin kontrolünde ama kendi kararlarını alıyormuş gibi gözüken bir sistem. Ancak günümüzde, özellikle otonom sistemlerin gelişmesiyle, Frankenstein’ın canavarına benzeyen bilinçli ve sorgulayan bir varlık olup olmayacağını tartışıyoruz. Yine de mesele sadece YZ’nin ne olduğu değil, onu nasıl konumlandırdığımız.
Ukraynalı Çocuk Deneyi: Dil ve Anlam Üzerine Bir Sorgulama
Golem, mankurt ve Frankenstein’ın yaratıkları kadar ilginç bir diğer konu, AI'nin gerçekten "anlayıp anlamadığı" meselesi. Eugene Goostman adlı yapay zeka, bir Turing Testi yarışmasında jüriyi kandırarak %33 oranında insan olduğu izlenimi yaratmıştı. Bunun başlıca sebebi, 13 yaşındaki Ukraynalı bir çocuk olarak tasarlanmış olmasıydı. Kültürel ve dilsel engeller, onun hatalarını "insani" kılarken, eksikliklerini örtüyordu. Ancak bu bir bilinç göstergesi mi, yoksa sadece zekice bir illüzyon mu? AI’nin zekasını ölçerken, bağlamı ve beklentiyi nasıl şekillendirdiğimiz büyük bir fark yaratıyor.
Çin Odası Deneyi: Anlamayan Zeka
John Searle’ün Çin Odası Deneyi, bu bağlamda kritik bir tartışma sunuyor. Bir oda düşünelim, içinde Çince bilmeyen bir insan var ve dışarıdan verilen Çince metinlere, bir talimat kitabı sayesinde mantıklı yanıtlar veriyor. Dışarıdan bakan biri, odanın içindekinin Çince bildiğini düşünebilir. Oysa içerideki kişi dilin anlamını bilmiyor, sadece sembolleri manipüle ediyor. Yapay zekanın şu anki hali de buna benziyor: Akıllı görünüyor, ama gerçekten anlıyor mu?
Bu deney, AI'nin insan zekasına ne kadar yaklaşabileceğini sorgulamamıza neden oluyor. Bir chatbot mükemmel yanıtlar verebilir, ama deneyimin özünü kavrayabilir mi? Bir sanat üretim algoritması, yaptığı resmin anlamını hissedebilir mi? Anlam yaratma kapasitesi olmayan bir sistemin toplumsal katmanlardaki rolü ne olacak?

Gelecek: Birlikte Evrim mi, Kaçınılmaz Karşıtlık mı?
YZ’yi bir rakip ya da sadık bir hizmetkâr olarak görmeyi bırakıp, onun toplumsal yapıyı nasıl dönüştürdüğüne odaklanmalıyız. YZ, ne tamamen bir Golem gibi itaatkâr, ne de tam anlamıyla bir Frankenstein gibi başına buyruk olacak. Bunun yerine, çok katmanlı toplumsal dinamikler içinde yeni bir aktör olarak yerini alıyor.
Önümüzdeki süreçte YZ’nin eğitimi, etik sınırları ve bağımsız karar mekanizmaları üzerine daha geniş çaplı tartışmalar yürütmek kaçınılmaz. Ancak unutmamız gereken şey, YZ’nin tek başına bir özne olmadığı. Onu kimin, nasıl şekillendirdiği, hangi verilere ve hangi etik ilkelere göre programladığı belirleyici olacak.
Belki de en kritik soru şu: YZ’yi bir Golem, bir Mankurt ya da bir Frankenstein olarak değil, yeni bir varlık olarak kabul etmeye hazır mıyız?

Geleceğin Çok Katmanlı Toplumları: Yeni Sınıfların Doğuşu
YZ’yi yalnızca insan-makine karşıtlığı üzerinden okumak artık yetersiz. Önümüzde, giderek daha karmaşıklaşan bir toplumsal yapı var. YZ'nin belirli kesimlerin çıkarlarına hizmet eden bir araç mı olacağı, yoksa kendi başına yeni bir toplumsal sınıf mı oluşturacağı henüz net değil. Ancak şu kesin: YZ çağında tek bir insanlık tanımı olmayacak.
YZ’nin iş dünyasındaki yeri, ekonomik dengeler üzerindeki etkisi, hukuki süreçlere müdahalesi ve hatta kültürel üretimdeki rolü düşünüldüğünde, artık yeni toplumsal sınıfların şekillendiği bir çağa giriyoruz. Artık mesele, "YZ bilinç kazanacak mı?" sorusundan çok, "Hangi gruplar YZ’yi nasıl kullanacak ve bundan kimler faydalanacak?" sorusudur.
Kimler bu sistemlerin geliştirilmesine erişim sağlayacak? Kimler bu teknolojileri kullanabilecek? Kimler sistemler tarafından dışlanacak? Ve belki de en önemlisi, YZ hangi grupların hizmetinde olacak, hangilerini yönlendirecek?
İnsanlık tarihinde her büyük teknolojik dönüşüm, yeni toplumsal sınıfların doğuşuna neden oldu. Sanayi devrimi işçi sınıfını, bilgi devrimi ise bilişim elitlerini yarattı. Şimdi YZ ile birlikte, tamamen yeni güç dengeleri oluşuyor. Özerk sistemler, algoritmalar, veri işleyicileri ve onları yöneten elitler arasındaki ilişkiler, geleceğin toplumsal düzenini belirleyecek. YZ yalnızca bir araç değil, aynı zamanda yeni bir düzenin inşasında rol oynayan bir bileşen olacak.
Yapay zeka üzerine düşünmek, yalnızca teknoloji ve etik meselelerini değil, yeni toplumsal dinamikleri de sorgulamayı gerektiriyor. Yaratılan her yeni varlık, onu yaratan toplumun sınırlarını genişletir ya da daraltır. Asıl mesele, bu dönüşümün kimler tarafından nasıl yönlendirileceği ve kimin hangi katmanda yer alacağıdır.