Derin denizler, güneş ışıklarının ulaşamadığı yerlerden başlayarak tabana kadar ulaşan yerlerdir. Işık, denizlerin maksimum 200 metre derinliğinden itibaren kaybolur ve fotosentez için ışığa ihtiyaç duyan canlılar bu bölgelerde yaşayamaz. Derin denizlerin tuzluluk değerlerinde ise yüzeylerine göre herhangi bir farklılık yoktur. Sıcaklık, 1 ila 5 santigrat derece arasında değişir. Derin denizlerin, yüzeye oranla en büyük farkı ise basınç değerleridir. Her 10 metrede basınç, 1 atmosfer artar. Tam olarak da bu sebeple çok az canlı bu basınç altında yaşayabilmektedir.

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nde Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Yücel ile derin denizleri konuştuk. Video görüntü aracılığıyla röportaj yaptığımız Yücel, ODTÜ kimya mühendisliği lisans; Delaware Üniversitesi deniz ve yer bilimleri bölümü doktora mezunudur. Doç. Dr. Yücel’e ilk olarak lisans alanı olan kimya mühendisliğinin denizlerdeki önemini sorduk. Mustafa Yücel bu soruya, “Temel mühendislik bilimlerinden biridir kimya mühendisliği. Benim için kimya mühendisliği, derin deniz araştırmalarına faydalı bir temel attı. Kimya mühendisliği, doğadaki döngüleri anlama açısından çok önemlidir.” diyerek cevap verdi.
Ardından Mustafa Yücel, ülkemizde deniz bilimlerinin lisans alanının olmamasına vurgu yaptı.
Dört denize sahip ülkemizde deniz bilimleri lisansı yok!

Hilal Bardakcı: Peki sizce neden deniz bilimlerinin lisansı yok? Üç tarafı denizlerle çevrili, boğazlara hakim olan bir ülkeyiz ama yeterince değer verilmiyor mu?
Doç. Dr. Mustafa Yücel: “Deniz Bilimlerinin lisansı olmaması doğal ve aslına bakarsanız bir avantaj. Zira bu alan çokdisiplinli ve her türlü temel bilim ve mühendislik alanından yetişmiş insanı yükseklisanstan itibaren deniz bilimlerine çekebilirsiniz. Ama yükseklisans ve doktora öğrenci sayılarımız genelde az. Deniz bilimleri bir kariyer olarak henüz görülemeyebilir. Şimdilik, bu bölümleri sadece bilim sevdalıları okuyor. İnsanlarda haliyle iş kaygısı oluyor. Bu konu, ilgili bakanlıklarda da araştırılıyor. Çünkü
denizlerin stratejisi ortada ama yeterince uzmanı yok. Veliler ve öğrencilerin kısa zamanda iş imkanı bulmak istemeleri temel nedenlerinden biri. Ama dünyada ve ülkemizde de gelişmesi beklenen denize dayalı ekonomi ile istihdam ihtiyacı ve denizbilimi uzmanına olan talep artacaktır.”
H.B.: Seferlerinizde karbondioksit emilimini araştırmıştınız, ne gibi veriler elde ettiniz?
“İklimde denizin rolü çok büyük. Karbondioksit eğilimi canlılıkla, fotosentezle ve kemosentez ile olur. Fotosentezin yarısı karalarda, yarısı okyanuslarda gerçekleşir. Havadaki karbondioksitin yarısını sırf canlılık emiyor. Okyanusta akıntılar var tabi bir de. Karbondioksit akıntılarla birlikte taşınır. Taşındığı zaman bu güzel haber olduğu anlamına gelir. Okyanuslar, kirliliğe yol açan karbondioksitin yarısını hatta çok daha fazlasını aslında emiyor. Okyanus akıntılarının küresel ısınma nedeni ile yavaşlaması demek bu karbondioksit emiliminin daha da azalması demektir. Tüm bu süreçler derin denizlerde de oluyor. Derin denizler çok bildiğimiz bir yer değildir. 200 metre ve daha derin olan sulara ‘derin deniz’ denilir. Karadenizin yüzde 90’ı, Marmara’nın yüzde 70’i ve Akdeniz’in yüzde 80’inden fazlası derin denizdir. Bunlar bizim egemenlik alanlarımızı kapsıyor tabi. Yani kelimenin tam anlamıyla denizlerimiz hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.
Teknik olarak denizde çalışmak uzaydan daha zor

H.B.: Derin denizleri neden bilmiyoruz?
“Bugün Mars yüzeyini ölçen yüksek çözünürlüklü haritalarımız var ama okyanusları gösteren haritalar 10 km piksellerle gösteriliyor. Başka bir gezegen bu yüzden. Derin denizleri araştırmak birçok açıdan çok zordur.”
H.B.: Diğer ülkeler de mi yeterince önem vermiyor derin deniz araştırmalarına? Yoksa zorluğundan ötürü mü yeterli çalışmalar yok?
“Avrupa Uzay Ajansı’nı, NASA’yı biliyoruz ve şimdi Türkiye Uzay Ajansı kuruluyor. Ülkeler, uzaya önem veriyor ama derin deniz araştırmaları hakkında yeterli çalışma yok. Askeri işlerden, haberleşme/iletişimden ötürü uzay çalışılıyor. Bir de uzay kimsenin malı değil, bu da etkili. Ancak tuzlu suda çalışmak zordur. ABD, Çin, Almanya gibi ülkelerde okyanus bilimi girişimleri var. Türkiye’de de bizim kullandığımız gemimiz (R/V Bilim 2) 1983 yılında denize indirilmiş, yaklaşık 40 yıldır altyapımız var. Hiç çalışılmayan bir konu değil derin denizler ama uzay gibi de bir konu değil. Teknik olarak denizde çalışmak daha zor, tuzlu su ve basınç etkisi var. Samimi olmak gerekirse deniz araştırmaları uzay, savunma, enerji, sağlık gibi alanlar kadar öncelik olamadı.
Derin denizlerin araştırılmasını zorlaştıran bir diğer husus az önce de kısaca dikkat çektiğimiz gibi diplomatik ve politik zorluklardır. Uzay hiçbir ülkeye ait değildir ama denizler belli çerçevede ülkelerin egemenlik alanına girer ve bu da ülkelerin diplomatik anlamda da işbirliğini gerektirir. Geçmişte bu başarılmıştır, örneğin Karadeniz’de çok önemli bilimsel keşifler ülkelerin üst düzeyde işbirliği ile gerçekleşmiştir.”
Derin denizler artık daha fazla karbondioksit ve asit içeriyor

H.B.: İklim değişikliğini daha çok havaların ısınması, kuraklık, buzulların erimesi olarak görüyoruz. Peki denizlerde durum nasıl?
“İklim değişikliğine bağlı olarak karbondioksit oranlarının, derin denizlerde arttığını gördük. Okyanuslar karbondioksit emiyor dedik ama bunun bir bedeli var; okyanus asitleniyor. Bu, çok küçük bir miktar aslında ama o asitlenme yönünde bir gidişat var. Karada yaptığımız şeylerin denizleri etkilediği ortada.
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü araştırmacıları olarak şu an ilk defa Doğu Akdeniz’de, Türkiye denizlerinin karbondioksit ölçümlerini yapıyoruz. Derin denizler artık daha fazla karbondioksit ve asit içeriyor. Karadaki kirlilik, denizlere ulaşıyor. Araştırmalarda denizin diplerinde plastik poşetleri, atıkları görüyoruz”
İklim değişikliği ve insan etkisinin Türkiye’de derin denizlere etkisi araştırılacak
H.B.: Denizleri etkileyen, kirleten diğer etmenler nelerdir?
“Sanayileşme, kentleşme de denizleri etkiliyor. Marmara denizi çok derindir, maksimum derinlik bin 200 metre civarıdır ve son çalışmalara göre dibinde oksijen kalmadı. Tıpkı Karadeniz ve Baltık denizi gibi hidrojen sülfürün birikmeye başladığını gördük. Denizler hem asitleniyor hem oksijeni kalmıyor. Daha toksik şeylerin dolaşmasına biz insanlar sebep oluyoruz.”
H.B.: Yeni bir sefer var mı planda?
“Karadeniz ve Marmara seferi yapmayı planlıyoruz. Gemimiz var zaten ama destek almayı umuyoruz. Seferi temmuz ayı gibi başlatmayı planlamaktayız. “İklim değişikliği ve insan etkisinin Türkiye’de derin denizlere etkisini” çalışacağız. Seferle ilgili gelişmeleri önceki yıllarda olduğu gibi blogda yazacağız. Aralık 2018’de Türkiye Bilimler Akademisi ödülü almıştım, bu projeyi TÜBA da destekliyor. Önemli bir çalışma olacak.”
Sadece sanayi değil şehirleşme ve turizm de denizlere baskı uyguluyor

H.B.: Denizlere atıklar açısından baktığımızda en temiz deniz hangisi diyebiliriz?
“En temiz, en kirli diye ayırmak zor. Ama şunu belirtebilirim en temiz deniz şu anda ülkemizde Akdeniz olarak gözüküyor.”
H.B.: Neden Akdeniz?
“Çünkü insan etkisini bir kenara koyarsak öncelikle denizlerin de kendine has dinamikleri vardır. Karadeniz, Marmara iç denizdir ve bu denizlere nehirlerden karasal kaynaklı besin yükleri akar. Bunlar üretkenliğe sebep oluyor. Akdeniz’in batı kısmı şu anda diğerlerine göre daha iyi. Ancak örneğin Mersin’de şehirleşme arttığı için denizlerde kirlilik de artıyor. Özellikle yazları Akdeniz ve Ege’de denizlere büyük bir baskı oluyor Yazın kısa sürede su kalitesinin düştüğünü görebiliyoruz.”
H.B.: Kimyasal atıklar açısından bir değerlendirme yaparsak en çok atık hangi denizde mevcut?
“Bu soruya net cevap veremem ama tahminen Marmara gibi gözüküyor, sanayileşmeden ötürü. Ama herhangi bir ölçümümüz yok tabi. Sadece fabrikaların değil şehirlerin de atıkları var. Bunların haricinde tarımsal kaynaklı da atıklar var. Sanayi kaynaklı atıklar ağır metal içerdiği için doğrudan zarar verir ama daha kolay önlenebilecek atıklardır aynı zamanda. İşin zor kısmı, esas zarar veren kaynaklar yayılı kaynaklardır, insan aktivitelerinden kaynaklı atıklardır. Tarımda kullanılan gübrelerin denizlere taşınması gibi. Bu tür atıkların kontrol edilmesi daha zordur.”
H.B.: Son olara hangi bölgelerde sefere katıldınız?
“Toplam 13 ayım denizde geçti. 20’ye yakın sefere katıldım. Atlantik Denizi, Baltık Denizi, Karadeniz, Marmara bu seferlerden bazıları. Hint Okyanusu ve Kutup Denizleri kaldı sadece. Oralara da gitmek istiyorum.”
Kaynak; TÜBİTAK