Yunus park ve aslan park / kaplan park haber serimizin ikincisinde yunus parklarını konu edindik. Yunuslara Özgürlük Platformu ile irtibat kurduk. Aslan parklar / kaplan parklar gibi yunus parklarda yaşamak daha doğrusu insanları eğlendirmek zorunda bırakılan yunusların durumu da aynı. Yunuslara Özgürlük Platformu’ndan, ekibin sözcüsü Öykü Yağcı, sorularımızı ilgiyle yanıtladı.
- Yunusların yaşam alanından kısaca bahseder misiniz?
Öykü Yağcı: “Yunuslar, esaret altında tutulan diğer tüm hayvanlar gibi, doğal yaşam ortamlarında yaşamayı hak ediyor. Yunus parklarında yaygın olarak tutsak edilen türlerden biri olan afalinalar (Tursiops truncatus), denizde saatte 45 km hıza ulaşabilen, günde 50 – 60 km yüzebilen, 50 ila 200 m derine dalabilen ve sürüler halinde gezen son derece sosyal hayvanlardır. Yavrularını yaklaşık 12 ay taşıdıktan sonra doğum sonrası anne sütüyle besleyen, kendi aralarında yavru bakımı konusunda özellikle birbirine destek olan ve ortak avlanma stratejileri geliştiren bu hayvanlar, doğal yaşam ortamlarında zamanlarının yalnızca yüzde 10-20’sini yüzeyde geçiriyorlar; bu da çoğu zaman nefes almak için oluyor. Afalinaları ve farklı yunus ve balina türlerini, aynı zamanda Türkiye sularında vapur, feribot veya tekne seferlerinde rahatlıkla görebiliyoruz. Yunusların algı seviyesi, kendilerinin ve içinde bulundukları ortamın farkında olmaları, tıpkı balinalar ve yarasalar gibi güçlü sonarları sayesinde ekolokasyon ile yönlerini bulup ıslık ve tiz seslerle güçlü iletişim kurmaları, onları doğal yaşam ortamları olan deniz ve okyanuslarda en önemli ve en güçlü avcı türlerden biri yapıyor. Bu da deniz ekosistemindeki rollerini de ayrıca önemli kılıyor.
Yunus sürülerinde lider bireylerin canlı yakalama sırasında sürüden koparılması demek, bazen tüm sürünün dağılmasına ve/veya diğer bireylerin zarar görmesine de neden olabiliyor. Hatta canlı yakalama sırasında pek çok birey de hayatını kaybedebiliyor. Bunun en yakın örneğini, 1983’ten beri yasak olmasına rağmen, Türkiye’deki yunus gösteri ve terapi merkezleri için “Tarım Bakanlığı özel izniyle” 2006-2007 yılları arasında Türkiye sularından yakalanan ve bu sırada hayatını kaybeden yunuslarda gördük. Araştırmacılar, travmatik biçimde doğadan yakalanıp esaret altına alınan yunusların aşırı stres ve adaptasyon sorunu nedeniyle ilk 5 günde ölüm riskinin 6 kat arttığını belirtiyor. Tüm bu süreçleri atlatarak hayatta kalabilenler için ise yunus parklarında yaşam tam bir işkence.”
Yunusların ve morsların dişleri sökülüyor. Neden? İnsanlar zarar görmesin!

- Yunuslar için havuzlarda yaşamanın olumsuz etkileri var mı?
Öykü Yağcı: “Kesinlikle. Öncelikle şunu belirtmek isterim; Ne yazık ki yalnızca yunuslar değil, belugalar(beyaz balinalar), morslar, kürklü foklar ve deniz aslanları da yunus parklarında aynı esaret şartlarına maruz bırakılıyor. Yunus parklarının bazıları “aqua park” olarak da geçtiği için, bu parklarda deniz memelilerinin yanı sıra, köpekbalıkları, deniz kaplumbağaları, Amazon nehir balıkları gibi egzotik türler ve vatoz gibi diğer deniz canlıları da var. Tutsak türlerin bazılarında, etik ve kanun dışı bir uygulama olarak, temas ve etkileşim sırasında ziyaretçilere veya eğitmenlere zarar vermemeleri için hayvanların bazı organlarının etik ve kanun dışı şekilde, bazen görünürde farklı gerekçelerle çıkarıldığı da biliniyor. Örneğin morsların ve yunusların dişleri, vatozların kuyrukları gibi. Bu anlamda yunus parkları, insan çıkarları için doğasından koparılan ve tutsak edilen tüm hayvanların acısını, korkusunu ve çaresizliğini yansıtıyor.
Sayısız araştırma ve rapor, gösteri merkezlerinde ve tematik parklarda tutulan yunus ve balina gibi pek çok deniz memelisinde görülen hastalıkların ve erken (prematüre) ölümlerin nedeninin, esaret altında yaşadıkları yoğun stres olduğunu ortaya koyuyor. Beton havuzlarda veya etrafı ağlarla çevrili kapalı deniz alanlarında tutsak edilen bu hayvanlar, esaret altındayken bağışıklık sistemlerinin gün geçtikçe zayıflaması nedeniyle pek çok enfeksiyona maruz kalıyor. Açlıkla ve ödül-ceza sistemiyle eğitilen bu hayvanlar, tıpkı hayvanat bahçelerinde veya hayvanlı sirklerde yaygın olarak görülebileceği gibi, aynı zamanda kendine zarar verme (self-mutilation), halsizlik ve ajitasyon gibi aşırı stresle bağlantılı (tekrarlayan ve anormal) davranışlar gösteriyor. İster daha geniş veya daha derin bir havuz olsun, doğada olduğu gibi özgürce ve gerektiği gibi hareket edemedikleri için tekrarlayan, agresif ve tuhaf davranışlar sergiliyorlar. Özellikle havai fişek, yüksek sesli müzik, ziyaretçilerin gürültüsü, inşaat ve filtreleme sistemlerinden gelen ses ve yankılanmayla bağlantılı (akustik) rahatsızlık veren faktörler ve insanla daimi temas da hayvanlarda hem fiziksel (hastalıklar, sırt yüzgecinde eğrilme, burun bölgesinde yaralar) hem de psikolojik tahribat meydana getiriyor. Beton havuzlar bu yıkıcı etkiyi daha da katlanılamaz hale getirirken, bu şekilde sürekli duyusal örselenmeye maruz bırakılıyorlar. Ayrıca pek çoğu türdeşleriyle normal ilişkiler geliştiremiyor; aynı havuzda anlaşamadıkları bireylerle bir ömür geçirmeye veya gösteri yapmaya zorlanabiliyor hayvanlar.
Üstelik yunus parkı sahiplerinin ticari çıkarlarını sürdürme gayreti içinde verdiği asılsız beyanların aksine, gözlem ve araştırmalar, esaret altında üreme ve doğum oranlarının son derece düşük ve ‘havuz nesli’ kavramının neredeyse geçersiz olduğunu gösteriyor: Eğer ölü doğmadıysa, esarette doğum sonrası hayata tutunabilen yavru yunusların yüzde 52’sinden fazlası 1 yaşına gelemeden hayatını kaybediyor. Hem gen havuzu gittikçe daralıyor hem de çevresel faktörlerden etkilenen ve yavrularından ayrı havuza konulan anne yunuslar yavrularıyla gerektiği gibi ilgilenemiyor. Ayrıca bilim insanlarının tespitlerine göre, tutsak hayvanlar insana bağımlı hale getirildiği ve hayatlarını bağımsız bir şekilde idame ettiremedikleri için ek olarak ‘öğrenilmiş çaresizlik’ hissine hapsoluyor. Bu da kendini depresyon, motivasyon eksikliği, öğrenme zorluğu, yeme bozuklukları ve zayıflamış bağışıklık sistemi olarak gösteriyor. Son derece zeki ve duygusal olan bu hayvanlar, diğer pek çok tutsak hayvan gibi, çevrelerindeki uyaranların (canlanmaya teşvik edici unsurların) yetersiz olması nedeniyle yoğun bıkkınlık ve can sıkıntısıyla depresyona sürükleniyor, hareketsizliğe alışıyor, kolaylıkla saldırganlaşabiliyor ve endişe halinden kurtulamıyor.
Türkiye dahil olmak üzere dünya çapından uzman veteriner hekimlerin ve deniz memelisi uzmanlarının tespit ve makaleleri sayesinde artık biliyoruz ki, esaret kaynaklı bu stresi önlemek ve ziyaretçi ile eğitmenlere yönelik agresyonu engellemek için de hayvanlara ölü balıklar arasında valium, diazem gibi sakinleştirici ve antidepresanlar ile mide ve ülser ilaçları içiriliyor. Özellikle erkek bireylerin çiftleşme agresyonunu önlemek ve şovlara odaklanmalarını sağlamak için de hormon düzenleyici haplar yutturuluyor. Gizlenen tüm bu gerçeklere rağmen, yunus parkı işletmecilerinin çocuklara ve ailelere yönelik asılsız beyanlarından biri de, yunusların bu tesislerde ‘mutlu’ olduğudur. Çoğumuz da buna inanırız çünkü yüzlerinde daimi bir gülümseme olduğunu düşünürüz. Oysa yunusları çok yakından tanıyan Flipper’ın eski eğitmeni ve Koy (The Cove) belgeselinin yaratıcısı, deniz memelisi uzmanı Richard O’Barry’nin de dediği gibi, ‘Yunusların yüzündeki gülme ifadesi, doğanın en büyük aldatmacasıdır.’ Çünkü bu yalnızca anatomik ve fizyolojik bir özelliktir; Yunuslarda alt çene, üst çenenin bir miktar önündedir ve ağızlarının üst kısmı yukarı doğru kıvrıktır. Bu nedenle yunusların sabit, değişmeyen bir gülüşü olduğu sanılır. Ancak bu ifade, insanlarda olduğu gibi, yunusların ruh haline göre değişmez. Onlar, açlıkla terbiye edilirken de, canlı yakalamalar sırasında yaşam mücadelesi verirken de, ailelerinden koparılırken ve ölü balıktan bile mahrum bırakılırken de ‘gülümsüyor’.“
Eğitim değil işkence!
- Yunus parklarındaki yunuslar çeşit çeşit oyunları, akrobatik hareketleri yapması için şiddet görme, cezalandırılma gibi durumları yaşıyor mu? Bu konuda bulgularınız, duyumlarınız var mı?
Öykü Yağcı: “Evet, hem eski çalışanlardan hem de çeşitli belgesel ve makalelerden hayvanlara kötü muamele ve eziyet edildiğini biliyoruz. Esaret endüstrisinin ‘eğitim’ adı altındaki uygulamaları tam bir işkence; hem psikolojik hem de fiziksel olarak. Hayvanlı sirklerden bir farkı olmayan yunus parklarında, basketbol oynamak, resim yapmak, çemberden atlamak veya flüt çalmak gibi hayvanların doğalarında olmayan davranışları yapmaları için, ucu sivri kancalı sopalar, kırbaçlar veya elektroşok kullanmak yerine, açlıkla cezalandırma yöntemi uygulanıyor. Bu aşamaya gelmeden önce, doğadan yeni yakalanıp esarete alınmış bir yunus, kendisine bir süre sonra ödül-ceza sistemiyle alıştırılan ‘ölü balıkları’ ilk başta yemek istemiyor; avladığı canlı balıklara benzemediği için uzun bir süre besin olarak kabul edemediği için sık sık kusuyor ama boğazına tüple veya elle her seferinde zorla sokuluyor.
Seaworld’ün eski balina ve yunus eğitmeni Doug Cartlidge şöyle aktarmıştı; ‘Keyif aldıkları için o hareketleri yapmıyorlar, el ve düdük sinyalleriyle istenilen hareketi yaptığında hayvanı şartlandırıyorsunuz ve ancak o hareketi yaptığında ölü balığı yiyebiliyor. Ardından yalnız mı, yoksa diğer yunuslarla takılmayı sevip sevmediğine bakıyorsunuz. Çünkü hareketi doğru yapmadığında kasten verdiğimiz cezalardan biri de yunusu diğerlerinden ayrı bir alana kapatıp onu bir süre görmezden gelmek. Bu psikolojik işkence gibi.’
Bir diğer yunus eğitmeni Rocky Colombo da, sualtında avlanmaya ve gezmeye alışık bir hayvanı su üstünde durmaya alıştırmanız gerektiğini, bunun için sahnenin, izleyicilerin ve eğitmenlerin durduğu yere bakmasını sağlamak gerektiğini, bunun için de hayvanı aç bırakmanın ve hayvanda ödül beklentisi yaratmanın şart olduğunu söylüyor. Röportaj yaptığımız eski yunus eğitmenlerinden Melisa Sevim de, Türkiye’deki parklarda bazı eğitmen ve bakıcıların döverek ve vurarak hayvanları cezalandırdıklarını belirtiyor.”
Sömürü kültürü çocuklara hiçbir şey katamaz

- İnsanlar neden yunus parklarına gitmemeli? Bunu nasıl ifade edebilirsiniz?
Öykü Yağcı: “Her şeyden önce bu ahlaken olarak doğru değil. Hayvanlar insan kullanımı ve tüketimi için ‘yararlı kaynaklar’ olarak görülemez. Bunun yalnızca bir uzantısı olarak eğitim, eğlence ve bilimsel araştırma gibi toplumun geniş bir kesimince kabul gördüğü sanılan amaçlar doğrultusunda, sirkler, yunus gösteri merkezleri, deniz parkları ve hayvanat bahçeleri aracılığıyla çocuklara küçük yaşlarda aşılanan bu mülkiyet ve sömürü zihniyeti daha fazla sürdürülmemeli. Doğada empati kurabildiği bilimsel düzeyde kanıtlanan canlılardan biri olarak, hayvan esareti ve sömürüsüne karşı sorumluluğumuz epey büyük. Bu doğrultuda insanlar yalnızca yunus parklarına değil, tematik akvaryumlar, hayvanlı sirkler ve hayvanat bahçeleri gibi, bir zamanlar özgür olan hayvanların ömür boyu hapse mahkum edildiği hiçbir tesise, gösteriye, teşhir alanına veya aktiviteye gitmemeli. Çünkü bu yerlerde hem insanlara hem hayvanlara yönelik ciddi bir sömürü söz konusu. Özellikle de Sağlık Bakanlığı bilirkişi raporu dahil olmak üzere, bilim dünyası ve uzman sivil toplum kuruluşlarının kabul etmediği yunusla terapi adı altındaki umut tacirliğinde…

Günümüzün tüketim çılgınlığında çocukların içindeki merak ve heyecan duygusu hedeflenirken, bu tesislerde ‘eğitim, bilim ve sosyal sorumluluk’ kandırmacasına alet edilen bu çocuklar, empati yoksunu bir deneyim ile doğada bile vakit geçirmeden çarpık bir doğa ve hayvan sevgisiyle karşı karşıya kalıyor. Aile veya ebeveynler ise, yalnızca kar amacı güden bu ticari işletmelerce sunulan pembe dünyanın perde arkasındaki kanlı ve kirli hayvan ticaretini bilmeden bu acı gerçeklerden gittikçe uzaklaşıyor. İnsanın hayvanlar üzerindeki mevcut tahakkümü ve esaret kavramı, bu işletmelerde bizzat yetişkinler tarafından çocukların zihninde normalleştiriliyor, hatta perçinleniyor.
Nesli tükenen hayvanlar listesindeki Borneo orangutanını ya da mavi balinayı mutlaka yakından görmek, onlarla burun buruna gelmek zorunda değiliz. Doğanın bütünlüğünü ve hayvan türlerinin doğal yaşam ortamlarında ve yaşam ortamlarıyla birlikte korunmaları gerektiğini, onları görmeden veya onlara dokunmadan da anlayabilir ve bunu yeni nesillere farklı şekillerde aktarabiliriz. Bugün elimizin altında büyük bir teknolojik altyapı ve internet gibi uçsuz bucaksız bir bilgi kaynağı varken artık bu gerçekleri yadsımak gibi bir lüksümüz yok. Tüm bunları biliyorken sessiz kalmak, değişim için gereken kararlı adımı atmamak veya çeşitli bahanelerle hala bu tesislere gitmek, hem birey hem de devlet olarak suça ortak olmak demektir. Eğer yetişkinler çocuklarının hayvana ve doğaya saygı ile büyümesini istiyorsa, hayvanların ‘mal’ ve ‘köle’ olarak kullanıldığı hayvan hapishanelerine çocuklarını getirerek bunu yapamazlar. Çünkü bu tesislerde hayvanların doğuştan gelen tüm hakları, en başta özgürce yaşama hakları ellerinden alınmış durumda. Asıl olmaları gereken yer, çocuklarının hemen önündeki cam fanus veya kafes değil; ailelerinin, sürülerinin olduğu doğal yaşam alanları… Biraz empati yapmak bu kararı vermek için yeterli olmalı.
Bunun dışında pek çoğumuz, deniz memelilerinden insana, insandan hayvana geçebilecek bulaşıcı hastalıklardan ve bugüne kadar bu tesislerde gerçekleşen kaza ve ölüm vakalarından bihaberiz. Pek çok bilimsel makalede ve araştırma raporlarında aktarıldığı gibi, deniz memelileri ve insanlar aynı hastalıklara sahip olabiliyor; deniz memelilerinde görülen hastalık yapabilecek mikroorganizmaların (patojen) yüzde 37’si, insanlarda yeni görülen bulaşıcı hastalıklara, yüzde 20’si de bildirilmesi zorunlu hastalıklara neden olabiliyor. Bu mikroorganizmaların en az yüzde 50’si de insanlara geçebilen (zoonotik) özellik taşıyor. Yunuslarda ve deniz aslanlarında tespit edilen yeni ‘astrovirüsler’ ise, insanlarda doğrudan sindirim sistemi hastalıklarına neden oluyor. Aynı zamanda uzmanlar, yunuslarla yüzme ve terapi seanslarında aynı havuzda veya deniz alanında yüzen bireyler için deniz memelilerinin dışkısı ve sudaki diğer tüm bakterilerin ciddi enfeksiyon ve sağlık riskleri taşıdığını teyit ediyor. Bu hastalıklar, enfeksiyonlar arasında; kuduz, salmonella, tüberküloz, brusella, psittakoz, gierdia, toksoplazma, mycobacterium marinum bulunuyor. Ayrıca egzema, viral ve bakteriyel deri iltihabı, yanma, kızarıklık, şişlik, vb. gibi vakalar anketler ve bilimsel çalışmalar yoluyla gözleniyor.
Oceanic Preservation Society’nin arşiv ve raporlardan derlediği araştırma sonuçları ise çok daha büyük risklere, yaralanmalar, sakatlanmalar ve ölümcül kazalara dikkat çekiyor. Bu rapora göre, dünya çapındaki yunus gösteri ve terapi merkezlerinde, 1970’lerden günümüze kadar 70’in üzerinde kaza gerçekleşmiş. Bu kazalardan en az 15’i ya yunusların veya balinaların, ya da insanların (ziyaretçiler ile eğitmenler) ölümüyle sonuçlanmış. Bu çok ciddi bir oran. Üstelik bu sayılar, yalnızca basına yansıyan veya rapor edilenler. Kamuoyundan gizlenen hastalıklar, kazalar ve ölümler çok daha fazla. İşte tüm bu ahlaki gerekçelerle ve bilimsel veriler ışığında, bu tesislerde süregelen mevcut hukuki sorunları ve usulsüzlükleri de göz önünde bulundurarak, Türkiye’deki 10 yunus parkının kapatılması, yeni yunus parkları ve hayvanlı sirklerin açılmasına yasak getirilmesi için 2010’dan bu yana mücadele ediyor, 2014’ten beri de aktif bir şekilde TBMM düzeyinde ve ilgili komisyonlarda bu çağrımızı dile getirip kapsamlı raporlar sunarak çabalarımızı sürdürüyoruz.”



Yunuslara Özgürlük Platformu ile yapılan söyleşide yer alan bilimsel verilerle ilgili ayrıntılı bilgi için www.yunuslaraozgurluk.org adresini ziyaret edebilir, aşağıdaki sosyal medya hesaplarından Yunuslara Özgürlük Platformu’nu takip edip bilgiyi daha geniş kitlelere ulaştırarak Türkiye’de ve dünyada hayvan esaretini sonlandırmaya yönelik mücadeleye katkıda bulunabilirsiniz. Esaret altındaki yunusların ve deniz memelilerinin Türkiye’deki gösteri merkezlerinden kurtarılmasına yönelik en kapsamlı ve uzun soluklu mücadele, 2010’dan yılından bu yana güçlü kamuoyu desteğiyle birlikte Yunuslara Özgürlük Platformu tarafından yürütülüyor. Fethiye’deki yunus parkının 2010’da kapatılması sürecinde Dolphin Angels adlı gruba destek veren Platform, 2011 yılında başlattığı Kaş yunus parkının kapatılması sürecini de, yerel ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yürüterek 2013’te tesisin kapatılmasını sağladı; ilerleyen yıllarda kamuoyu yaratarak İzmir ve Tuzla’da yeni yunus parklarının açılmasını engelledi. 9 yıldır süren bu kapsamlı mücadele, suç duyurularından eylemlere, imza kampanyalarından farkındalık yaratma çalışmalarına kadar, etik, hukuki ve bilimsel boyutuyla pek çok farklı platformda, ilgili bakanlıklar ve TBMM nezdinde, eşzamanlı olarak devam ediyor.
Kaynaklar ve daha fazla bilgi edinmek için;
Yunuslara Özgürlük Platformu Facebook hesabı
Yunuslara Özgürlük Platformu Twitter hesabı